top of page
EMEKLİ MECLİSLERİ SENDİKASI
SOSYAL WEBSİTESİ
Websitemiz, emekliler ve emekçiler için birliği vurgulayan bir platformdur.

KİTAP OKUMA-PDF
Kitaplar pdf olarak hazırlanmıştır. İster okuyun isterseniz Masa üstüne indirin
Okumak da örgütlenmemizin bir parçasıdır. Ancak hangi kitap olursa olsun her okuma mutlaka eleştirel gözle yapılmalıdır.


GELECEĞİN DEVRİMİ
Fransız Devrimi'nden bu yana kullanılagelen "Sol" terimi sos
yalizmin, anarşizmin ve komünizmin yükselişiyle birlikte da
ha da geniş bir anlam kazandı. Rus Devrimi, anlayışta bütü
nüyle solcu olan bir yönetimi devreye soktu; solcu ve sağa ha
reketler İspanya'yı ikiye ayırdı; Avrupa ile Kuzey Ameri
ka'daki demokrat partiler iki ayn kutupta kümelendiler; libe
ral karikatüristler, muhalefeti, ağzında purosu, göbekli bir
plutokrat olarak çizerken, Birleşik Devletler' deki gericiler
(reoksiyonerler) 1930'lardan itibaren (özellikle Soğuk Sayaş
süresince) "komünist solcuları" şeytanlaşbrdılar. Çoğu kez
aşın bir basitleştirme olsa da sol-sağ karşıtlığı iki yüzyıl bo
y
u
nca genelde yararlı bir betimleme ve dinamik bir dengenin
habrlabası olarak varlığını sürdürdü.
Yirmi birinci yüzyılda da bu iki terimi kullanmaya devam
ediyoruz; peki ama Sol'un solu ne ola ki? Devlet komünizmi
nin hüsrana uğraması, sosyalizmin demokratik yönetimler bi
çiminde bir dereceye kadar sessizce kökleşmesi ve politikanın
tekelci kapitalizmin güdümünde amansızca sağa kayması, ile
rici düşünceyi büyük ölçüde eskimiş, gereksiz ya da
yalizmin, anarşizmin ve komünizmin yükselişiyle birlikte da
ha da geniş bir anlam kazandı. Rus Devrimi, anlayışta bütü
nüyle solcu olan bir yönetimi devreye soktu; solcu ve sağa ha
reketler İspanya'yı ikiye ayırdı; Avrupa ile Kuzey Ameri
ka'daki demokrat partiler iki ayn kutupta kümelendiler; libe
ral karikatüristler, muhalefeti, ağzında purosu, göbekli bir
plutokrat olarak çizerken, Birleşik Devletler' deki gericiler
(reoksiyonerler) 1930'lardan itibaren (özellikle Soğuk Sayaş
süresince) "komünist solcuları" şeytanlaşbrdılar. Çoğu kez
aşın bir basitleştirme olsa da sol-sağ karşıtlığı iki yüzyıl bo
y
u
nca genelde yararlı bir betimleme ve dinamik bir dengenin
habrlabası olarak varlığını sürdürdü.
Yirmi birinci yüzyılda da bu iki terimi kullanmaya devam
ediyoruz; peki ama Sol'un solu ne ola ki? Devlet komünizmi
nin hüsrana uğraması, sosyalizmin demokratik yönetimler bi
çiminde bir dereceye kadar sessizce kökleşmesi ve politikanın
tekelci kapitalizmin güdümünde amansızca sağa kayması, ile
rici düşünceyi büyük ölçüde eskimiş, gereksiz ya da


YENİ
MUHAFAZAKÂRLIK
NEO-CONLAR
Elinizdeki çalışmada, Amerika Birleşik
Devletleri (ABD) ve Türkiye’nin iç ve dış
politikasının
yeniden
yapılanmasında
1980’den sonra önemli rol oynayan, yeni
muhafazakârlar (Neo-Conservatives) ve
yeni muhafazakârlık konusu felsefi, siyasal,
tarihsel ve örgütsel düzeylerde inceleniyor.
Genel olarak “muhafazakârlık” akımının
çeşitli yönleri ve ekolleriyle incelendiği bu
kitapta, başta Leo Strauss olmak üzere,
Albert Wohlstetter, Allan Bloom ve Irving
Kristol gibi yeni muhafazakâr hareketin
felsefe, siyaset ve strateji konularındaki
görüşlerinin
temellerini
atan
“kurucu
babaları” mercek altına alınıyor. Yeni
muhafazakârlığın teorik ve tarihsel temelleri
Türkiye’de ilk kez bütünlüklü şekilde
gözler önüne seriliyor.
Kitapta, ABD’deki “Neo-Con” diye
kısaltılan
Neo-Conservative ekibin izi
sürülerek şaşırtıcı örgütsel ilişkileri, Yahudi
sermayesi ve teolojisi ile bağlantıları, soğuk
Savaşın zirveye ulaştığı 1960’lı yılların
sonundan itibaren ABD hükümetleri
üzerinde giderek artan ve günümüze kadar
gelen ağırlıkları ortaya çıkarılıyor.
Devletleri (ABD) ve Türkiye’nin iç ve dış
politikasının
yeniden
yapılanmasında
1980’den sonra önemli rol oynayan, yeni
muhafazakârlar (Neo-Conservatives) ve
yeni muhafazakârlık konusu felsefi, siyasal,
tarihsel ve örgütsel düzeylerde inceleniyor.
Genel olarak “muhafazakârlık” akımının
çeşitli yönleri ve ekolleriyle incelendiği bu
kitapta, başta Leo Strauss olmak üzere,
Albert Wohlstetter, Allan Bloom ve Irving
Kristol gibi yeni muhafazakâr hareketin
felsefe, siyaset ve strateji konularındaki
görüşlerinin
temellerini
atan
“kurucu
babaları” mercek altına alınıyor. Yeni
muhafazakârlığın teorik ve tarihsel temelleri
Türkiye’de ilk kez bütünlüklü şekilde
gözler önüne seriliyor.
Kitapta, ABD’deki “Neo-Con” diye
kısaltılan
Neo-Conservative ekibin izi
sürülerek şaşırtıcı örgütsel ilişkileri, Yahudi
sermayesi ve teolojisi ile bağlantıları, soğuk
Savaşın zirveye ulaştığı 1960’lı yılların
sonundan itibaren ABD hükümetleri
üzerinde giderek artan ve günümüze kadar
gelen ağırlıkları ortaya çıkarılıyor.


İNSAN MÜHENDİSLİĞİ
Batı ile Doğu arasındaki düşünüş farklarını inceleyenler Doğu’da eksik olan şeyler arasında
şunları sayarlar:
Ölçü, düşünsel merak ve yaşama heyecanı, Doğu’nun “bir lokma bir hırka” felsefesi insanları
adam sendeci, neme lazımcı yapmakta büyük bir rol oynamış y din kavramının sömürülmesi ve yanlış
anlaşılması, doğu insanlarının ilgilerini bu dünyadan ziyade öteki dünyaya çevirmiştir.
Halbuki Batı, büyük bir yaşama heyecanı ile insanları bu dünyanın nimetlerinden faydalanmaya
sevk etmekte ve hatta Romalılar’dan beri bilinen “yaşa ve yaşat” kuralına büyük bir içtenlikle
inanmaktadır.
Eskilerin daha fazla “şevk ve heyecan” laifade ettikleri bu büyülü kuvvetin Avrupa dilindeki
karşılığı “Enthousiasme” dir. Eski Yunanca tanrı anlamına gelen “Theos” kelimesinden doğmuştur ki,
biraz genişçe bir tercümesi “içimizdeki ilahi kuvvet,” demektir.
Devrimin en tanınmış psikologlarından biri olan William James, “insanlar enerjilerinin ortalama
olarak, onda birinden bile tam faydalanmaktan acizdirler”, der.
Halbuki böyle az verimli bir makineyi kimse kullanmak istemez. Şu halde bir insanın büyük işler
başarabilmesi, başka bir deyimle, verimli bir şekilde çalışabilmesi ancak “içindeki heyecan” denilen
o “ilahi kuvvetten” faydalanabilmesi sayesinde mümkündür.
Son seneler içerisinde ölen büyük orkestra şefi Arturo Toscanini, New York’ta Beethoven’in
senfonilerinden birinin son provasını idare ediyor, orkestradaki bütün o birinci sınıf çalgıcılar
maestronun çatık yüzünü biraz gülümsetmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar ve hakikaten de
bir tek falso yapmadıkları kanısındadırlar. Prova bitiyor: “Evet”, diyor “hatasız çaldınız, fakat ne
yazık ki o ateş yok. Beethoven’in sizlerden beklediği o ateşten yoksunsunuz.“
Evet, o ilahi, ateş, heyecan, “Dost kazanma” kitabının yazarı Dale Carnegie insanların heyecan
denilen o ateşe sahip olabilmesi için şu dört noktaya dikkat etmeleri gerektiğini söyler.
1. Yapacağımız şeyi sevmek ve ona tam manasıyla inanmak.
2. Kendi kendimize cesaret ve heyecan telkin etmek.
3. Heyecanlı insanlarla beraber olmak ve onlarla konuşmak.
4. Kafamızda kuvvet ve heyecan düşünceleri yaratmak.
Korku, şüphe, vesvese ve tereddüt heyecanı öldüren en tesirli zehirlerdir. Amerikan
Cumhurbaşkanlarından Abraham Lincoln’un şu sözleri bunu ne kadar güzel ifade eder:
“Ben yapacağım her şeyi vicdanıma danışır ve sonra da tereddütsüz harekete geçerim. Eğer
muvaffak olursam, zaten kimse bir şey söyleyemez. Muvaffak olamazsam, o zaman da gökten bütün
melekler yere inseler, yine beni müdafaa edemezler”.
Bundan dolayı her şeyden önce yapacağımız şeye tam manasiyle inanmamız, bunun kendimiz için,
toplum için, insanlar için iyi ve lüzumlu olduğuna kanaat getirmemiz lazımdır. Basit, küçük ve hileli
işlerde heyecan olamayacağı da böylece meydana çıkar, çünkü kötü, aşağı ve adi işlerde iyiliğin ve
doğrunun nuru, ilahi ateşi yoktur.
Heyecan sâridir, onun için heyecanlı, cesur ve olumlu düşünceli insanlarla dost olmaya çalışınız.
O ilahi kuvvete sahip olmak istiyorsanız. Adam sendecilerden, geri fikirlerden, şüpheci ve kararsız
insanlardan kaçınız
şunları sayarlar:
Ölçü, düşünsel merak ve yaşama heyecanı, Doğu’nun “bir lokma bir hırka” felsefesi insanları
adam sendeci, neme lazımcı yapmakta büyük bir rol oynamış y din kavramının sömürülmesi ve yanlış
anlaşılması, doğu insanlarının ilgilerini bu dünyadan ziyade öteki dünyaya çevirmiştir.
Halbuki Batı, büyük bir yaşama heyecanı ile insanları bu dünyanın nimetlerinden faydalanmaya
sevk etmekte ve hatta Romalılar’dan beri bilinen “yaşa ve yaşat” kuralına büyük bir içtenlikle
inanmaktadır.
Eskilerin daha fazla “şevk ve heyecan” laifade ettikleri bu büyülü kuvvetin Avrupa dilindeki
karşılığı “Enthousiasme” dir. Eski Yunanca tanrı anlamına gelen “Theos” kelimesinden doğmuştur ki,
biraz genişçe bir tercümesi “içimizdeki ilahi kuvvet,” demektir.
Devrimin en tanınmış psikologlarından biri olan William James, “insanlar enerjilerinin ortalama
olarak, onda birinden bile tam faydalanmaktan acizdirler”, der.
Halbuki böyle az verimli bir makineyi kimse kullanmak istemez. Şu halde bir insanın büyük işler
başarabilmesi, başka bir deyimle, verimli bir şekilde çalışabilmesi ancak “içindeki heyecan” denilen
o “ilahi kuvvetten” faydalanabilmesi sayesinde mümkündür.
Son seneler içerisinde ölen büyük orkestra şefi Arturo Toscanini, New York’ta Beethoven’in
senfonilerinden birinin son provasını idare ediyor, orkestradaki bütün o birinci sınıf çalgıcılar
maestronun çatık yüzünü biraz gülümsetmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar ve hakikaten de
bir tek falso yapmadıkları kanısındadırlar. Prova bitiyor: “Evet”, diyor “hatasız çaldınız, fakat ne
yazık ki o ateş yok. Beethoven’in sizlerden beklediği o ateşten yoksunsunuz.“
Evet, o ilahi, ateş, heyecan, “Dost kazanma” kitabının yazarı Dale Carnegie insanların heyecan
denilen o ateşe sahip olabilmesi için şu dört noktaya dikkat etmeleri gerektiğini söyler.
1. Yapacağımız şeyi sevmek ve ona tam manasıyla inanmak.
2. Kendi kendimize cesaret ve heyecan telkin etmek.
3. Heyecanlı insanlarla beraber olmak ve onlarla konuşmak.
4. Kafamızda kuvvet ve heyecan düşünceleri yaratmak.
Korku, şüphe, vesvese ve tereddüt heyecanı öldüren en tesirli zehirlerdir. Amerikan
Cumhurbaşkanlarından Abraham Lincoln’un şu sözleri bunu ne kadar güzel ifade eder:
“Ben yapacağım her şeyi vicdanıma danışır ve sonra da tereddütsüz harekete geçerim. Eğer
muvaffak olursam, zaten kimse bir şey söyleyemez. Muvaffak olamazsam, o zaman da gökten bütün
melekler yere inseler, yine beni müdafaa edemezler”.
Bundan dolayı her şeyden önce yapacağımız şeye tam manasiyle inanmamız, bunun kendimiz için,
toplum için, insanlar için iyi ve lüzumlu olduğuna kanaat getirmemiz lazımdır. Basit, küçük ve hileli
işlerde heyecan olamayacağı da böylece meydana çıkar, çünkü kötü, aşağı ve adi işlerde iyiliğin ve
doğrunun nuru, ilahi ateşi yoktur.
Heyecan sâridir, onun için heyecanlı, cesur ve olumlu düşünceli insanlarla dost olmaya çalışınız.
O ilahi kuvvete sahip olmak istiyorsanız. Adam sendecilerden, geri fikirlerden, şüpheci ve kararsız
insanlardan kaçınız


DEĞİŞİM YILLARI
1947, 1948, 1949, 1950, 1951...
Bunlar, Türkiye için de, dünya için de “değişim” yıllarıydı.
Değişim sözü o zamanlar kullanılmazdı. Hatta bilinmezdi. Son
radan keşfedildi. (“Tahawül” gibi, “istihale” gibi eski deyimler var
dı. Onlar da pek kullanılmazdı.) Ama şimdi on yıllar sonrasından
geriye bakılınca görülüyor ki, Türkiye’de de, dünyada da -olumlu
veya olumsuz- birçok köklü değişiklik, o yıllara rastlamış...
Onları anlatacağım. Fakat o yıllarda ben de kişisel bir “deği
şim” süreci içindeydim, ondan başlayacağım.
1948 yılının yazında 16 yaşımı bitirmiştim. 17 yaşımdan gün ah~
yordum. Lisenin 10’uncu sınıfını bitirip son sınıfına geçmiştim.
Öğrenci deyimiyle “lise son”a... Artık bir önceki kitaptaki gibi
“çocuk” değil, “genç” sayılıyordum.
Bunlar, Türkiye için de, dünya için de “değişim” yıllarıydı.
Değişim sözü o zamanlar kullanılmazdı. Hatta bilinmezdi. Son
radan keşfedildi. (“Tahawül” gibi, “istihale” gibi eski deyimler var
dı. Onlar da pek kullanılmazdı.) Ama şimdi on yıllar sonrasından
geriye bakılınca görülüyor ki, Türkiye’de de, dünyada da -olumlu
veya olumsuz- birçok köklü değişiklik, o yıllara rastlamış...
Onları anlatacağım. Fakat o yıllarda ben de kişisel bir “deği
şim” süreci içindeydim, ondan başlayacağım.
1948 yılının yazında 16 yaşımı bitirmiştim. 17 yaşımdan gün ah~
yordum. Lisenin 10’uncu sınıfını bitirip son sınıfına geçmiştim.
Öğrenci deyimiyle “lise son”a... Artık bir önceki kitaptaki gibi
“çocuk” değil, “genç” sayılıyordum.


FİKRİMİZİN REHBERİ
Türkiye'de ilericiligin kaynagı Atatürk'tür. Osmanlı'da ilericilik adına yapı
lan reformlar, Tanzimat hareketi gibi girişimlerin hiçbirisinde antiemperyalist
bir mücadele yoktur. Bu nedenle yapılanların tamamı bir sömürge düzen ve sis
teminin yerleşmesinden başka bir şeye yaramamıştır. Üstelik sömürgeleştirme
nin kaynagı da Batı'dır. Bir tek Kemalist devrim bu döngü yü kırmıştır. Işte bu
nedenle de Osmanlı aydınları içinden çıkmış, Türkiye'deki tek ilerici devrimci
Gazi Mustafa Kemal'dir.
Birinci Dünya Savaşı hatta ikinci büyük savaş sonrası yirminci yüzyılın yapıl
mış olan tüm antlaşmalan ortadan kalkmışken, bir tek 'Lozan' yaşamaktadır.
Mustafa Kemal'in siyaset tarihindeki önemli rolünü gösteren bu antlaşmanın
özü, ilk antiemperyalist savaşı yapan Türklerin varlıgını tartışmasız kabul eden
uluslararası belge oluşudur. Ikincisi Anadolu'yu parçalayan Sevr'in yırtılıp atıl
mış olmasıdır. Osman Olcay'ın büyük emekle derledigi "Sevr Andıaşması'na
Doğrn"27 adlı yapıt incelendiginde, bu ölüm fermanı öncesi yapılan bir dizi ha
zırhgın ürkütücülügü ile yüzleşirsiniz.
lan reformlar, Tanzimat hareketi gibi girişimlerin hiçbirisinde antiemperyalist
bir mücadele yoktur. Bu nedenle yapılanların tamamı bir sömürge düzen ve sis
teminin yerleşmesinden başka bir şeye yaramamıştır. Üstelik sömürgeleştirme
nin kaynagı da Batı'dır. Bir tek Kemalist devrim bu döngü yü kırmıştır. Işte bu
nedenle de Osmanlı aydınları içinden çıkmış, Türkiye'deki tek ilerici devrimci
Gazi Mustafa Kemal'dir.
Birinci Dünya Savaşı hatta ikinci büyük savaş sonrası yirminci yüzyılın yapıl
mış olan tüm antlaşmalan ortadan kalkmışken, bir tek 'Lozan' yaşamaktadır.
Mustafa Kemal'in siyaset tarihindeki önemli rolünü gösteren bu antlaşmanın
özü, ilk antiemperyalist savaşı yapan Türklerin varlıgını tartışmasız kabul eden
uluslararası belge oluşudur. Ikincisi Anadolu'yu parçalayan Sevr'in yırtılıp atıl
mış olmasıdır. Osman Olcay'ın büyük emekle derledigi "Sevr Andıaşması'na
Doğrn"27 adlı yapıt incelendiginde, bu ölüm fermanı öncesi yapılan bir dizi ha
zırhgın ürkütücülügü ile yüzleşirsiniz.


GELİBOLU 1915
Bu topraklar, tarihin başından beri hiçbir zaman istilaalannı ba
ğışlamamıştır.
1915 yılında da bağışlamadı.
Çanakkale Savaşı sadece muharebe alanlarında ölen askerle
rin değil, idam edilen ilk sivil kişi olan Bozcaada müftüsünün
de öyküsüdür . .
. Gelibolu kara muharebeleri, küçük rütbeli as
kerlerin savaşıdır. Buradaki muharebelerle ilgilenmeye başla
dıktan sonra aklınız, yüreğiniz destanlar yaratılan ilk kıyı vu
ruşmalarında kalır. Muhteşem 57.Alay ve Komutanı Albay Av
ni, olağanüstü 27.Alay Komutanı Yarbay Mehmet Şefik ve
36.Alay Komutanı Yarbay Cemil, Seddülbahir'in yaralı aslanı
Binbaşı Mahmut Sabri, Edirne sırtında Teğmen Mucip, Binbaşı
Halis, Kurnkale'de Teğmen Halit, şehit Yedeksubay Ethem, Ezi
neli Yahya Çavuş, Bigalı Mehmet Çavuş ve onlar gibi nice civan
mertleri, o cehennemi çıkarma gününden bugüne unutamayız.
İnsan gücünün üstünde bir dayanma, direnme gösteren, cesaret
ve kahramanlığı ile bu savaşlar içinde düşmanlarını bile kendi
sine hayran bırakan askerlerin önünde saygı ile eğiliyoruz.
ğışlamamıştır.
1915 yılında da bağışlamadı.
Çanakkale Savaşı sadece muharebe alanlarında ölen askerle
rin değil, idam edilen ilk sivil kişi olan Bozcaada müftüsünün
de öyküsüdür . .
. Gelibolu kara muharebeleri, küçük rütbeli as
kerlerin savaşıdır. Buradaki muharebelerle ilgilenmeye başla
dıktan sonra aklınız, yüreğiniz destanlar yaratılan ilk kıyı vu
ruşmalarında kalır. Muhteşem 57.Alay ve Komutanı Albay Av
ni, olağanüstü 27.Alay Komutanı Yarbay Mehmet Şefik ve
36.Alay Komutanı Yarbay Cemil, Seddülbahir'in yaralı aslanı
Binbaşı Mahmut Sabri, Edirne sırtında Teğmen Mucip, Binbaşı
Halis, Kurnkale'de Teğmen Halit, şehit Yedeksubay Ethem, Ezi
neli Yahya Çavuş, Bigalı Mehmet Çavuş ve onlar gibi nice civan
mertleri, o cehennemi çıkarma gününden bugüne unutamayız.
İnsan gücünün üstünde bir dayanma, direnme gösteren, cesaret
ve kahramanlığı ile bu savaşlar içinde düşmanlarını bile kendi
sine hayran bırakan askerlerin önünde saygı ile eğiliyoruz.


MUSSOLİNİ VE FAŞİZM
Kişisel güç ve şiddet üstüne kurulu faşist rejim, yakla
şık çeyrek yüzyıl süreyle, İtalya’ya egemen oldu. Röne
sans’ın altın çağından bu yana ilk kez, İtalya yarımada
sı, Avrupa’nın kaderini etkilemekteydi -ama ülkeyi boz
guna ve felakete sürükleyecek olumsuz bir yönde. Yeni
bir siyasal ve toplumsal düzen kurma iddiasındaki fa
şizm, iki dünya savaşı arasında ortaya çıkıp gelişti ve de
mokrasilerin karşısına dikilen diktatörlükler, en beter
leri olan nazizm dahil, doğrudan doğruya ondan kay
naklandılar. Yani, izleri günümüzde bile bütünüyle or
tadan kaldırılamamış olan faşizm, XX. yüzyılın ilk yarı
sının en büyük olaylarından biridir.
şık çeyrek yüzyıl süreyle, İtalya’ya egemen oldu. Röne
sans’ın altın çağından bu yana ilk kez, İtalya yarımada
sı, Avrupa’nın kaderini etkilemekteydi -ama ülkeyi boz
guna ve felakete sürükleyecek olumsuz bir yönde. Yeni
bir siyasal ve toplumsal düzen kurma iddiasındaki fa
şizm, iki dünya savaşı arasında ortaya çıkıp gelişti ve de
mokrasilerin karşısına dikilen diktatörlükler, en beter
leri olan nazizm dahil, doğrudan doğruya ondan kay
naklandılar. Yani, izleri günümüzde bile bütünüyle or
tadan kaldırılamamış olan faşizm, XX. yüzyılın ilk yarı
sının en büyük olaylarından biridir.


FAŞİT YALANLARIN KISA TARİHİ
Irkp yalanlar a�m siyasi �iddete yol ar,;ar. Fa�izm tarihinin
en onemli derslerinden biri budur. Bugun yalanlar yeniden
iktidara geldi. Su an ya�ad1klanm1z fa�izm tarihine dair ha
yati bir ders niteliginde. Eger i<,;inde bulundugumuz bu can
s1k1c1 donemi anlamak istiyorsak fa�ist ideologlarm tarihiy
le ilgilenmeli, soylemlerinin nasil ve neden Yahudi Soykm
m1'na, sava�a ve yik1ma sebep olduguna bakmahyiz.
en onemli derslerinden biri budur. Bugun yalanlar yeniden
iktidara geldi. Su an ya�ad1klanm1z fa�izm tarihine dair ha
yati bir ders niteliginde. Eger i<,;inde bulundugumuz bu can
s1k1c1 donemi anlamak istiyorsak fa�ist ideologlarm tarihiy
le ilgilenmeli, soylemlerinin nasil ve neden Yahudi Soykm
m1'na, sava�a ve yik1ma sebep olduguna bakmahyiz.


SAVAŞ VE BARIŞ
Benim için gitgide anlaşılır hale gelen ve kararlı bir şekilde açık ve kesin imgelerle kâğıda dökülen
1812 yılının tarihini yazmaya defalarca başladım ve defalarca yarım bıraktım. Bazen başlarken
kullandığım yöntem bana önemsiz görünüyordu, bazen o dönemle ilgili bildiğim ve hissettiğim her
şeyi yüceltmek istiyor ve bunun olamayacağını biliyordum, bazen romanın edebi araçları bu yüce,
derin ve çok yönlü içeriğe uygun değilmiş gibi geliyordu, bazen de içimde beliren imgeleri, resimleri,
düşünceleri birbirine bağlamak olanaksız geliyordu; o zaman tam tersini yapıyor, söylemek istediğim
ve söylemem gerekenlerin hepsinin dile getirilme olanağından umudu keserek, çalışmayı bir kenara
bırakıyordum. Ama zaman ve güçlerim anbean ilerledi ve ben kimsenin hiçbir zaman benim
söyleyebileceklerimi söylemeyeceğini anladım, ama bunun nedeni benim söyleyeceklerimin insanlık
için çok önemli olması değil, yaşamın bilinen yönlerini, başkaları için önemsiz olan yönlerini sadece
benim, kendi gelişmem ve karakterim (her kişiliğe özgü özellikler) nedeniyle, önemli sayıyor
olmamdı. Beni en çok hem biçim, hem içerik açısından efsaneler ürkütüyordu. Herkesin yazdığı dille
yazmamaktan korkuyordum, yazdıklarımın herhangi bir biçime girmeyeceğinden, ne roman ne kısa
roman, ne poem (şiirsel metin, destan) ne tarih olmayacağından korkuyordum, 1812 yılının önemli
kişilerini tasvir etme zorunluluğunun beni gerçeğin değil, tarihsel belgelerin idaresine sokacağından
korkuyordum ve bütün bu korkularla zaman ilerliyor, çalışmamsa olduğu yerde duruyordu, ben de
ondan uzaklaşmaya başlıyordum. Şimdi, uzun zaman acı çektikten sonra, bütün bu korkulardan
uzaklaşmaya ve bütün bunlardan ne çıkacağından kaygılanmadan ne söylemem gerekiyorsa onu
yazmaya ve eserimi herhangi bir sınıfa sokmamaya karar verdim
1812 yılının tarihini yazmaya defalarca başladım ve defalarca yarım bıraktım. Bazen başlarken
kullandığım yöntem bana önemsiz görünüyordu, bazen o dönemle ilgili bildiğim ve hissettiğim her
şeyi yüceltmek istiyor ve bunun olamayacağını biliyordum, bazen romanın edebi araçları bu yüce,
derin ve çok yönlü içeriğe uygun değilmiş gibi geliyordu, bazen de içimde beliren imgeleri, resimleri,
düşünceleri birbirine bağlamak olanaksız geliyordu; o zaman tam tersini yapıyor, söylemek istediğim
ve söylemem gerekenlerin hepsinin dile getirilme olanağından umudu keserek, çalışmayı bir kenara
bırakıyordum. Ama zaman ve güçlerim anbean ilerledi ve ben kimsenin hiçbir zaman benim
söyleyebileceklerimi söylemeyeceğini anladım, ama bunun nedeni benim söyleyeceklerimin insanlık
için çok önemli olması değil, yaşamın bilinen yönlerini, başkaları için önemsiz olan yönlerini sadece
benim, kendi gelişmem ve karakterim (her kişiliğe özgü özellikler) nedeniyle, önemli sayıyor
olmamdı. Beni en çok hem biçim, hem içerik açısından efsaneler ürkütüyordu. Herkesin yazdığı dille
yazmamaktan korkuyordum, yazdıklarımın herhangi bir biçime girmeyeceğinden, ne roman ne kısa
roman, ne poem (şiirsel metin, destan) ne tarih olmayacağından korkuyordum, 1812 yılının önemli
kişilerini tasvir etme zorunluluğunun beni gerçeğin değil, tarihsel belgelerin idaresine sokacağından
korkuyordum ve bütün bu korkularla zaman ilerliyor, çalışmamsa olduğu yerde duruyordu, ben de
ondan uzaklaşmaya başlıyordum. Şimdi, uzun zaman acı çektikten sonra, bütün bu korkulardan
uzaklaşmaya ve bütün bunlardan ne çıkacağından kaygılanmadan ne söylemem gerekiyorsa onu
yazmaya ve eserimi herhangi bir sınıfa sokmamaya karar verdim


BİR GENCİN DRAMI
Çok zaman önce bir padişah'ın ülkesinde zengin bir köylü yaşıyormuş. Bu köylünün Asker
Semyon, Şişko Taras, Aptal İvan adlarında üç oğlu, bir de Malanya adında dilsiz, geçkin bir kızı
varmış. Birgün Asker Semyon, padişaha hizmet için askere, Şişko Taraş da bir tüccarın yanında
çalışmak için şehre gitmiş. Aptal İvan ise alın teriyle çalışıp kazanmak için kızkardeşiyle birlikte
evde kalmış.
Zamanla Asker Semyon orduda yüksek rütbelere ulaşmış, mal mülk edinip bir bey kızıyla
evlenmiş. Fakat maaşının ve malının mülkünün çok olmasına rağmen yine de iki yakası bir araya
gelmiyormuş. Çünkü karısı, Asker Semyon'un bütün kazancını har vurup harman savuruyormuş.
Böylece yine parasız kalıyorlarmış. Birgün Asker Semyon mülkünün gelirini toplamaya gittiğinde
kahyası ona demiş ki;- Nerede bizde gelir beyim. Hiçbir şeyimiz yok ki... Sığır, at, inek, çapa, saban, tırmık... Bunların
hiçbiri yok. Bunlar olmalı ki gelir olsun............
Semyon, Şişko Taras, Aptal İvan adlarında üç oğlu, bir de Malanya adında dilsiz, geçkin bir kızı
varmış. Birgün Asker Semyon, padişaha hizmet için askere, Şişko Taraş da bir tüccarın yanında
çalışmak için şehre gitmiş. Aptal İvan ise alın teriyle çalışıp kazanmak için kızkardeşiyle birlikte
evde kalmış.
Zamanla Asker Semyon orduda yüksek rütbelere ulaşmış, mal mülk edinip bir bey kızıyla
evlenmiş. Fakat maaşının ve malının mülkünün çok olmasına rağmen yine de iki yakası bir araya
gelmiyormuş. Çünkü karısı, Asker Semyon'un bütün kazancını har vurup harman savuruyormuş.
Böylece yine parasız kalıyorlarmış. Birgün Asker Semyon mülkünün gelirini toplamaya gittiğinde
kahyası ona demiş ki;- Nerede bizde gelir beyim. Hiçbir şeyimiz yok ki... Sığır, at, inek, çapa, saban, tırmık... Bunların
hiçbiri yok. Bunlar olmalı ki gelir olsun............


EFENDİ İLE UŞAĞI
1870'lerde bir kış mevsimi geçti anlatacağımız bu olay. Aziz Nikolay Yortusu'nun ertesi günüydü.
Yortu köyün kilisesinde topluca kutlanmıştı, ama ikinci sınıf tüccar (*) Vasili Andreyiç Brehunov
kiliseyi bir türlü bırakıp işlerinin başına dönemedi. Kilise yönetim başkanı olan tüccar, yortuyu daha
sonra bir de evinde kutlayarak akraba ve tanıdıklarını ağırlamak zorundaydı. Ancak evinden son
konuklar gider gitmez yol hazırlığına koyuldu.
Komşu köyden bir toprak ağasının bir süre önce fiyatını kararlaştırdıkları korusunu almaya gidecekti.
Kentli tüccarlar bu yağlı parçayı elinden kapmadan bitirmeliydi işini. Vasili Andreyiç
koruya yedi bin ruble verdi diye toprak ağası fiyatı 10 bine yükseltmişti. Aslına bakılırsa yedi bin
ruble korunun değerinin yarısıydı. Belki Vasili Andreyiç fiyatı on binden aşağı düşürebilirdi; çünkü
koru, onun bulunduğu bucağın sınırları içindeydi ve ilçenin tüccarlarıyla aralarında varılan
anlaşmaya göre, bir tüccar bir başkasının bucağında satılan malın fiyatını artıramazdı. Ne var ki, il
merkezindeki kereste tüccarları göz dikmişti Goryaçkino köyü korusuna. Vasili Andreyiç
onlardan önce davranıp toprak ağasıyla pazarlığı sonuca bağlamalıydı.
İşte bu yüzden kutlamaların sona ermesiyle birlikte Vasili Andreyiç sandıktaki yedi yüz rublesini
çıkardı, avans olarak vereceği üç bini fazlasıyla tamamlamak için buna kilisenin iki bin beş yüz
rublesini ekledi. Özenle saydığı para destelerini cüzdanlarına yerleştirdikten sonra yol hazırlığına
başladı
Yortu köyün kilisesinde topluca kutlanmıştı, ama ikinci sınıf tüccar (*) Vasili Andreyiç Brehunov
kiliseyi bir türlü bırakıp işlerinin başına dönemedi. Kilise yönetim başkanı olan tüccar, yortuyu daha
sonra bir de evinde kutlayarak akraba ve tanıdıklarını ağırlamak zorundaydı. Ancak evinden son
konuklar gider gitmez yol hazırlığına koyuldu.
Komşu köyden bir toprak ağasının bir süre önce fiyatını kararlaştırdıkları korusunu almaya gidecekti.
Kentli tüccarlar bu yağlı parçayı elinden kapmadan bitirmeliydi işini. Vasili Andreyiç
koruya yedi bin ruble verdi diye toprak ağası fiyatı 10 bine yükseltmişti. Aslına bakılırsa yedi bin
ruble korunun değerinin yarısıydı. Belki Vasili Andreyiç fiyatı on binden aşağı düşürebilirdi; çünkü
koru, onun bulunduğu bucağın sınırları içindeydi ve ilçenin tüccarlarıyla aralarında varılan
anlaşmaya göre, bir tüccar bir başkasının bucağında satılan malın fiyatını artıramazdı. Ne var ki, il
merkezindeki kereste tüccarları göz dikmişti Goryaçkino köyü korusuna. Vasili Andreyiç
onlardan önce davranıp toprak ağasıyla pazarlığı sonuca bağlamalıydı.
İşte bu yüzden kutlamaların sona ermesiyle birlikte Vasili Andreyiç sandıktaki yedi yüz rublesini
çıkardı, avans olarak vereceği üç bini fazlasıyla tamamlamak için buna kilisenin iki bin beş yüz
rublesini ekledi. Özenle saydığı para destelerini cüzdanlarına yerleştirdikten sonra yol hazırlığına
başladı

ZAMAN YÖNETİMİ VE ÖNCELİKLENDİRME
ZAMAN YÖNETİMİ NEDİR ?
Zaman Yönetimi zamanın
• AMAÇLAR
• SORUMLULUKLAR
• ZEVKLER
• HOBİLER
arasında dengeli bir biçimde paylaştırılması,
• ÖZEL YAŞAM
• SOSYAL YAŞAM
• AİLE YAŞAMI
• İŞ YAŞAMI
ile ilgili etkinliklerin etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve gerçekleştirilmesi
demektir.
Zaman Yönetimi daha çok çalışmak değil daha etkin ve daha akıllıca çalışmaktır
Zaman Yönetimi zamanın
• AMAÇLAR
• SORUMLULUKLAR
• ZEVKLER
• HOBİLER
arasında dengeli bir biçimde paylaştırılması,
• ÖZEL YAŞAM
• SOSYAL YAŞAM
• AİLE YAŞAMI
• İŞ YAŞAMI
ile ilgili etkinliklerin etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve gerçekleştirilmesi
demektir.
Zaman Yönetimi daha çok çalışmak değil daha etkin ve daha akıllıca çalışmaktır


İNSAN NEYLE YAŞAR.?
Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi
olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin
unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde,
daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zekâ ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması,
canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve
medeniyet dâvamız için müessir bellemekteyiz. Zekâsının her cephesini bu türlü eserlerin her
türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi
demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işliyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert
ve cemiyet ittisali, zamanda ve mekânda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı
gösterir. Hangi milletin kütüpanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet âleminde daha yüksek bir
idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dikkatli bir surette idare etmek,
Türk irfanının en önemli bir cephesini kuvvetlendirmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet
etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemiyen Türk münevverlerine şükranla duyguluyum.
Onların himmetleri ile beş sene içinde, hiç değilse, devlet eli ile yüz ciltlik, hususi teşebbüslerin
gayreti ve gene devletin yardımı ile, onun dört beş misli fazla olmak üzere zengin bir tercüme
kütüpanemiz olacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük faydayı düşünüp de
şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün
olamıyacaktır
olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin
unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde,
daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zekâ ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması,
canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve
medeniyet dâvamız için müessir bellemekteyiz. Zekâsının her cephesini bu türlü eserlerin her
türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi
demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işliyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert
ve cemiyet ittisali, zamanda ve mekânda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı
gösterir. Hangi milletin kütüpanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet âleminde daha yüksek bir
idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dikkatli bir surette idare etmek,
Türk irfanının en önemli bir cephesini kuvvetlendirmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet
etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemiyen Türk münevverlerine şükranla duyguluyum.
Onların himmetleri ile beş sene içinde, hiç değilse, devlet eli ile yüz ciltlik, hususi teşebbüslerin
gayreti ve gene devletin yardımı ile, onun dört beş misli fazla olmak üzere zengin bir tercüme
kütüpanemiz olacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük faydayı düşünüp de
şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün
olamıyacaktır
bottom of page